21 Temmuz 2012 Cumartesi

İlk İftar


Tarihi Moda İskelesi

Şükürler olsun Ramazan'a kavuştuk. Allah bütün ibadetlerimizi kabul etsin, orucu kolaylaştırsın inşallah. İstanbulda Ramazan geçirmekle ilgili çok güzel anılarımız var üniversite arkadaşlarımızla. Mezuniyet sonrası ısrar edip Ramazanda memleketlere gitmemiş, İstanbul'un uhrevi ortamında geçirmeyi tercih etmiştik. En çok da o yıl (2010) tüm İstanbul geneline yayılan Enderun Teravih ve Cumhur Müezzinliği proğramıyla mükemmel teravihler kılıp gece 12lerde eve girmiştik :) Geçen yıldan beri de Ramazan da yine birlikte olma hayalleri kuruyorken dün ilk iftarımızı beraber yapmanın mutluluğunu yaşadık.

Sahibinin attığı çubuğu ketirmeye çalışan sevimli şey :)

İftar mekanı olarak marjinal bir karar verip Tarihi Moda İskelesi tesislerini seçtik. Klasikleşen iftar mekanlarında kişi başı 60-70tl olan menüler kapitalizmin Ramazanda bile nasıl çirkince sömürü yaptığını gösterdiler. Biz de kapitalizmin bir parçası olmayalım dedik ve Kadıköy'e gittik. Rezervasyon yapılmadığı için biraz erken gidelim diye düşündük ama zaten Ramazan olduğunu anlayabileceğimiz en ufak bir değişiklik olmadığı için gereksiz telaşlandığımızı anladık. İskele mükemmel bir manzaraya sahip. (Hatırla Sevgili dizisinin adaya gittikleri sahnelerin de burda çekildiğini hatırladım.)
Hizmet ve ikram vasattı diyebiliriz ama manzaranın, serin serin esen rüzgarın ve dostlarla yeniden iftar yapmanın mutluluğu her şeye değerdi.
İftar saatini kayalıklarda oturarak bekleyen bizim manzaramız 

Mado'nun Çikolatalı muzlu dondurmalı waffle ı :)) 

Havai cup :)


İftar sonrası Kadıköye inmek için Bahariye sokaklarından geçtik, özellikle barlar sokağından geçmek zorunda olduğumuz o anlar gerçekten zulüm gibiydi. Alkol kokuları ve tuhaf bakışlar arasından kendimizi rıhtımdki Mado'ya attık. Mado her zamanki gibi güzel sunumlarıyla ve lezzetleriyle mutlu etti bizi. İlk iftarımız özetle bu şekilde geçti.

19 Temmuz 2012 Perşembe

Beykoz Korusu

Beykoz korusunda not defterime yazdıklarımdan oluşacak bu post, birazcık tembellik yapmış olacağım yani.



"Dilruba Kır Kahvesindeyiz. 5 günlük çeviri inzivası sonrasında, kendimizi kırlara, yeşilliklere attık. Güzel doğasıyla huzur veren, kitap okuma isteği uyandıran, İstanbul'un sıcağında güzel bir serinlik sunan yemyeşil bir koru burası. 6 aydır yeşillik gördüğümde üşüyeceğimi bildiğim için (Rize yaylaları), hem ormanda olup hem de  soğuktan titremiyor olmak değişik geldi bana.



Onlarca kişinin aynı anda çalıştığı yurt çalışma odalarında yaptığım ödevleri düşününce, burada ağaçların altında makalelerin altlarını fosforlu kalemlerle çize çize okuyan insanlara imrendim. Gerçi çooookk uzun bir süre ödev yapan birine özeneceğimi düşünmezdim :)

Yanımda 3-4 aylık bir bebek ve ailesi, karşıdaysa semaver keyfini tavlayla taçlandıran bir çift var. Etraftaki insanlar nasıl bir nimete sahip olduklarının farkındalar mı acaba? 5 yıl boyunca bu şehirde yaşadığıma her gün şükrederken yine her gün şikayet eden insanların olmasına nasıl da şaşırırdık. Allah görebilen bir göz, hissedebilen bir gönül versin."




İstanbul Günlerinin Kısa Özeti

Balkon sefamızın tek karelik özeti :)


Sabah ezanı okunana kadar sohbet etmek, katıla katıla gülerken sessiz olmaya çalışmak ve daha çok gülmek...
Sohbet ederken arkadaşının kurduğu bir cümlenin konuşma içinde ne kadar alakasız kaldığını söylerken  aslında o cümlenin rüya görürken söylendiğini fark edip yine gülme krizine girmek...
Siparişlerin gelmesini beklerken lokantada sudokunda yeni stratejiler öğrenmek...
Yeni aldığın cicileri giyebilmek için terzi arayıp bulmak ve kendi ütünü yapıp terzi amcayla muhabbet ederken ısmarladığı kuşburnu çayını içmek...
Sevdiğin bir yazarın yeni çıkan kitabını basım tarihi bir ay geçmeden alabilmek ve tarihin altına nihayet "İstanbul" yazabilmek...
Eski dost nutella ve Türk kahvesini bilikte deneyip mükemmel "nutellalı kahve" tadına erişmek...
Çeyrek asır yaşamışken ilk defa çehiz niyetiyle bir şeyler almak ve bunun şaşkınlığını uzun süre yaşamak...
Sabaha kadar oturmaların sonucu ortaya çıkan abuk diyalogları facebook durum güncellemesi olarak paylaşıp yorumlarda aynı abukluklara devam etmek...
Kedilere karşı ilan edilen savaşın iyice kızışması ve intikam yeminleri etmek...
Üç aylık bir bebeğin bir çifti nasıl da bir "aile" haline getirdiğini duygulanarak izlemek ve o bebeğin kokusunu özlemek...
10 yıllık arkadaşınla buluşup lise anılarını yad etmek...
İstanbul'da az da olsa birlikte Ramazan geçireceğin için mutlu olmak...
Zamanın bazı şeyleri(dostluk gibi) hiç bir zaman değiştiremeyeceğini görmenin mutluluğunu yaşamak...

Tüm bunlar İstanbul'da geçirdiğim iki haftaya yakın sürede fark edebildiğim, gülümseten güzellikler.
Daim olsun inşallah :)




14 Temmuz 2012 Cumartesi

"İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı ne anlar!"

Beste: Münir Nûrettin Selçuk   Güfte: Behçet Kemâl Çağlar  Makam: Nihâvend

İstanbul'u sevmezse gönül aşkı ne anlar
Düşsün suya yer yer erisin eski zamanlar
Sarsın bizi akşamda şarap rengi dumanlar
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan, ah Kalamış'tan.

6 ay sonra İstanbul' a kavuştuğum yolculuğun fotoğrafıdır :)


bulanık da olsa o anı hatırlttığı için özel bir fotoğraf.
Servisten indiğimde beni karşılayan ve ağlatan görüntü :)
(bulanık da olsa o anı hatırlttığı için özel bir fotoğraf)

İstanbul aşktır... İstanbul artık bir film benim için. Film izler gibi yaşıyorum her bir köşesini. Daha önce geçtiğim sokaklar, oturduğum banklar, su aldığım büfeler, sıraya girdiğim duraklar, beklediğim kırmızı ışıklar, çıktığım yokuşlar, geçtiğim turnikeler, bastığım akbiller, kaçırdığım tramvaylar, simit attığım martılar, çitlediğim çekirdekler, hepsi birer film karesi bana. Özellikle eskiden rutinim haline gelen görüntüler artık gözlerimi dolduran bir iç sızısı. Filmlerde kamera kahramanın gözünden sokaklarda ilerler ve birden siyah beyaz eski bi görüntü gelir ya ekrana, slow motion hareket eder kendi görüntüsü bi kaç saniye,işte tüm günüm böyle geçiyor artık İstanbul sokaklarında. O an kopuyor şerit, etrafımda neler olduğunu algılayamıyorum. O görüntüdeki an bazen gülümsetiyor beni bazen iç acıtıyor.  Bu yürek sızısı hep böye devam edecek mi, İstanbul a hasretlik hep bu kadar acıtacak mı bilmiyorum ama bu kadar yoğun bir özlem de en çok İstanbul'a yakışırdı diyip şükrediyorum. Allah bu şehirle imtihan etmesin beni, sevgimi, hayretimi azaltmasın. Burada aldığım her nefese şükretmeyi nasip etsin.

Bilgisayarım yanımda olmadığı için Facebook arşivinden daha önce çektiğim İstanbul fotoğraflarını paylaşıyorum:

İki Ramazan önc3 çekilen bir fotoğraf, arka planda Sultan Ahmet'in mahyası görünüyor :)
Çengelköy Çınaraltı'nda bir kahvaltıda çekilen serçeler :)
"Ey akşam vapuru sana mı kalır dünya?"
Ada vapurundan çekilen sevdiğim martı fotoğraflarından :) Bu fotoğrafa annemin eleştirisini de hâlâ unutamam: "Alttaki martının ayağı görünmüyor onun solundaki de yarım çıkmış!"

Ada vapurundan çekilmesi muhtemel bir martı daha :)
Haydarpaşa 
Galata Köprüsü 

9 Temmuz 2012 Pazartesi

PAZAR KEYFİ

Çınaraltı kedileri(pek birbirimizden hoşlanmasak da) :)
       
Sonunda aylardır hayalini kurduğum vuslat gerçekleşti ve İstanbul' kavuştum çok şükür (İstanbul'a olan hasretimle ilgili daha sonra yazacağım). Aslında hafta sonu yabancılara bırakalım dediğimiz mekanımız olan Çengelköy Çınaraltı'nı karşıdan bizi görmeye gelen arkadaşlarımızın isteği üzerine kahvaltı mekanı olarak belirledik. Çınaraltı çay bahçesi dışardan hr türlü yiyeceğin kabul edildiği ama içecek getirmenin yasak olduğu bir çay bahçesi. Genelde bu bilenler yanlarında ev yapımı böreklerle yiyeceklerle gelip boğaz manzarasının tadını çıkarırlar. Bizse Çengelköy Börekçisi klasiğini bozmadık ve bir kısmımız kahvatılık alırken, karışık böreklerimizi alıp sahile yakın bir masayı kaptık.(Pazar için mucizevi sayılabilecek bir eylem.) 


Kahvaltılıklarımız da geldiğin de aşağıdaki mükellef sofra kuruldu :) 



         Bu manzarayı o kadar özlemişim ki. Bir yıl önce haftada bir kaç kez Çınaraltına iner çayımızı içer boğaz manzarasında nefes alırdık. Adisyonda çarpılar uzaarr giderdi :) Dün de öyle oldu.

Masaya ilk oturduğumuzda ki durum.
Masadan kalkarken ki son durum buydu :)
         Masadaki cicilerin ayrıntılarıysa aşağıda :)

Manavdan alınıp, çay ocağında yıkanan domteslerimiz :)

Sol alttaki bal-kaymak kahvaltı mönümüze ilk defa eklendi :)


Vee meşhur Çengelköy hıyarı :)
Kahvaltıdan sonra kahvelerimizi Vaniköy'de içmeye karar verdik. Yol boyunca balık tutan denize giren, buldukları yeşillikte mangal yapan aileler vardı. İstanbul'un sıcağını unuttuğum için kahve içmektense en çok serinleten kurtarıcım ice-tea şeftali içmeyi tercih ettim :) Kahveden sonra "Eeee şimdi ne yapıyoruz?" sorusuna  "Sucuk alıp ekmek aralarımızı evde yapıp bi ormana yemeye gidelim" gibi bir fikir atıldı ortaya. Böylece tekrar düştük yola. Çengelköy - Üsküdar arasındaki o kısa yolculuğu kahkahalarla tamamlamamıza sebep olan o amcaya teşekkür etmek isterdim. Önümüzde üstü açık spor arabasında tekno müziklerke kafasını sallayarak bütün Üsküdar'ın ve bizim kahkaha atmamıza vesile oldu :) 
Ekmeklerimizi alıp Fethi Paşa Korusuna gittik.Sucuk bana dokunduğu için ben soğuk sandviç tercih ettim. Et söz konusu olunca biraz oyunbozan oluyorum. 


     Karnımızı da doyurunca bir kiloluk tadım çekirdeklerimizi çitleyip günü bitirdik. Bol kahkahalı bir pazardı hamd olsun.